Dünya
edebiyatında roman dendiğinde ilk sıralarda sayılır Tolstoy’un adı.
Acılarla ve gizemlerle dolu bir ömür ve her biri başyapıt olan eserlerin
sahibinin, yazarlık dışında belki de ön planda tutulması gereken bir özelliği
de eğitimci yanıdır. Eserlerinde eğitime verdiği önemi, bakış açısını
hissettirse de Tolstoy’un eğitimci yanı edebiyatçı yönü ile aynı seviyede desem
abartmış olmam.
Daniel
Moulin, Tolstoy’un eğitimci yönü üzerine yoğun araştırmaları ve çalışmaları
olan bir akademisyen. Tolstoy’un “eğitsel düşünce biçiminin kapsamlı bir
açıklamasını yapmayı ve bunu, onun edebi ve diğer yazılarıyla ilişkilendirmeyi”
hedefleyerek “Eğitici Tolstoy” kitabını yazıyor. Nisan 2018’de Hece Yayınları
araştırma serisinden çıkan kitabın çevirisi Özlem Akçay’a ait.
İlk kitabında
başlıyor eğiticilik yönü
Özgün bir
biyografi ile başlıyor kitap. Moulin, okuyuculara Tolstoy’un çocukluğundan
itibaren yaşadığı eğitim ortamını Rusya eğitim sisteminin çıkmazları eşliğinde
veriyor. Sorgulayan, gidişattan hoşnut olmayan bir Tolstoy portresi var
karşımızda.
Tolstoy’un
ilk yayınlanan kitabı Çocukluk. Otobiyografik bir eserdir bu. “Öğrenmenin
duygusal bir deneyim olarak tasviri” anlatılıyor Çocukluk’ta.
Tolstoy’un öğrencilerle iyi, arkadaşça kurulan bir ilişkinin önemine olan
inancı, ezberci eğitimin bayağılığı gibi konulara evrensel bir bakış açısı var
kitapta. Bir ömre uygulanması gereken düstur da yine Tolstoy’dan geliyor: “Önemli
hayat dersleri, okuldaki derslerin dışında öğrenilir. Çocuğun, yetişkinlerle ve
diğer çocuklarla olan ilişkileri, oyun oynayışı ve doğadaki deneyimleri
bilhassa kıymetlidir.”
Görüldüğü gibi
Tolstoy’un düşünceleri sadece yaşadığı dönemin meselelerine seslenen bir
kısırlığa sahip değil. Günümüz eğitim sorunları düşünüldüğünde eğitici
Tolstoy’un merkeze aldığı her konu ve çözüm önerileri bugün için de geçerlidir.
Yasyana
Polyana’dan dünyaya mesajlar
Tolstoy; ilk
önce kendi evinde, daha sonra projesi büyümeye başlayınca evinin yanındaki
binalarda kurduğu okullar olan Yasyana Polyana’da öğretmenlik yapıyor. Bu
okulun açılış gününü bir hikâye formatında tasvir ediyor yazar. Gözümüzün
önünde canlanıyor o muhteşem sahne. Bahçeli bir ev, yirmi iki çiftçi çocuğu en
güzel kıyafetleri ile okulun bahçesinde toplanıyor. Çocukların arasında
dolaşıyor Tolstoy. Çocuklara okumayı isteyip istemediklerini sorarak dolaşan
büyük yazar ve öğretmen Tolstoy. Ertesi gün ilk derse giriyor ve çocuklara Rus
alfabesi çalıştırıyor.
Körü körüne
bir öğretmenlik arzusu değil onunki. İçinde ukde olan bir mesleği yaşatma
derdinde de değil. İdeallerini gerçekleştirmek istediği bir merkez kurmanın
ardına düşüyor Tolstoy. Avrupa ülkelerine giderek oradaki eğitim sistemini
araştırıyor. Birçoğunda da istediği idealleri bulamıyor. Kendi okulunda kendi
sistemiyle öğrenci yetiştiriyor böylece.
İzlenimlerini,
düşünce ve deneyimlerini Yasyana Polyana dergisinde yazıyor. Moulin, kitabın
ikinci bölümünde özellikle bu yazılara yoğunlaşıyor. Makalelerin Rusya’dan
başlayan ve dünyaya yayılmasına arzulayan mesajlarına açıklık getiriyor.
Tolstoy’un tedirginliğine de şahit oluyoruz bu yazılar aracılığı ile.
Tolstoy’un derginin ilk sayısında yer alan yazısından bir alıntı: “Benim
için yeni bir alana girerken, kendimden ve yıllarca üzerine çalıştığım ve doğru
olduğunu kabul ettiğim düşüncelerden endişe ediyorum. Çoğunun yanlış çıkacağına
peşinen kanaat getirdim.” Tolstoy’u böylesine karamsarlığa sürükleyen
durumun özeti derginin son sayısında çıkıyor karşımıza: “Hiç kimseyi ikna
etmeden bu alanda çok fazla şey söylemek çok kolay.”
Ortaya konan
düşüncelerin evrenselliği tartışılmaz. Bu düşüncelerin Tolstoy gibi bir
edebiyat dahisi tarafından ifade edilmesi konuyu daha ilgi çekici hale
getiriyor. Örneğin Tolstoy ne diyor 1800’lü yılların sonundan günümüze uzanan
mesajında: “Çocuk, doğal bir şekilde öğrenmesi için kendi haline
bırakılmalı. Bir çocuğun tecrübe ettiği istemler, o çocuğun gelişimi için
gerekli olan şeyle örtüşür.”
Üniversite
sistemi ne yetiştirir?
Üniversiteler
hakkında da kendi yaşantısını ortaya koyarak tespitleri var Tolstoy’un. Önce
Doğu dilleri ve hukuk okumak için üniversiteye giren Tolstoy, mezun olmadan
ayrıldığı üniversitelerin durumunu öyle ifadelerle anlatır ki aradan geçen uzun
yıllara rağmen birçok şeyin değişmediğini görmek ne hazin bir tablo.
“Bu
tapınaktan biraz bilgi sahibi, faydalı insanlar olarak çıkacağımızı… farz
etmeye hakkınız yok. Aslında bu üniversiteden ne alıp götürüyoruz, neye
hazırlanıyoruz?” diye soruyor Tolstoy. Gerçekleştirilmek istenen özgür düşüncelerin
üniversite hocaları tarafından engellenmesi sorunu, aslında sadece geçmiş
dönemin gelenekçi kafası ile ilgili bir sorun değil. Tolstoy, Gençlik adlı
eserinde üniversite eğitimi üzerinde duruyor. Sınav sisteminden başlayıp
müfredatlara kadar uzanan bir çizgide yapıyor değerlendirmelerini.
Kitabın 3.
bölümü sonuç bağlamında. Tolstoy’un eğitsel düşüncesinin sonuçları anlatılıyor.
Gönül rahatlığı ile söyleyebilirim ki burada ortaya konan düşünceleri
okullarımızda toplu olarak olmasa da bireysel olarak bile uygulamaya çalışsak
birçok yanlışın önüne geçmiş oluruz.
Tolstoy’un
eğitsel düşüncesinin temelini oluşturan iki kavramı akıllardan çıkarmamak
gerek: “Ne öğreteceğimi nasıl bileceğim ve nasıl öğreteceğim?” Eğitim
camiasının içinde yer alan herkes bu sözü sürekli dillendirerek hayatına
uygulamaya başlasa, sorun denen birçok çıkmazdan da kolaylıkla kurtulmuş
olacağız. Ezberci eğitimi hem öğrenci için hem de öğretmen için bir çıkmaz
olarak gören Tolstoy’un ne kadar haklı olduğunu yaşayarak görüyoruz.
Her eğitimcinin
ve her anne-babanın mutlaka okunacaklar listesine alması gereken bir
kitap Eğitici Tolstoy. Roman ve hikâyeleri ile tanınan bir yazarın
öğretmen yönüne hassas bir dokunuş olan bu kitapta ,Tolstoy’un öğretmenlik
günleri için “Ne mutlu zamandı! O işi nasıl da seviyordum!” haykırışını
bulacaksınız.